Yas ve Yeniden Doğum – Ahtapottan Öğrendiklerim
- Hayati Kandiyoti
- 14 Ara 2020
- 3 dakikada okunur

Netflix Türkiye’de 2020’de yayına giren dikkat çekici yapımlardan birisi olan Güney Afrika Yapımı “Ahtapottan Öğrendiklerim” (My Octopus Teacher) bir belgesel yönetmeninin hayatının yaklaşık bir yılını konu alan bir belgesel.
Açıkçası, filmi izlediğim süre boyunca neden diğer belgesel yapımları arasında bir adım öne çıktığını, çoğu kişinin sosyal medya hesaplarında neden bu yapımdan “çok güzel mutlaka izleyin” diye bahsettiğini tam olarak anlayamamıştım. Bu düşüncelerimin üzerinden süre geçmeden, henüz ekranda yazılar akarken, Ahtapottan Öğrendiklerim’in neden herkesin kalbine dokunduğunu daha iyi anlamaya başladım.
Film, aşırı çalışmaktan yıprandıktan sonra iyileşmek için çocukluk meşkalesi olan serbest dalışa yıllar sonra kendini tekrar veren bir film yönetmenin su altında yaşadıklarını, ve özellikle bir ahtapot ile kurduğu ilişkiyi anlatıyor. Bu hikayeyi özel kılan ise, son derece spesifik bir hikaye gibi gözükmesine rağmen, herkesin bu hikayeden zorlanmadan kendine pay çıkarabileceği kadar evrensel temalar üzerine kurulu olması: Yas ve yeniden doğum.
Craig Foster, kendisini yıpratan hayata karşı durup bir baktığında, bu hayattan kendisi için de ailesi için de fayda sağlayamayan bir adam gördüğünde, kendi köklerine inmeye ve orada gücünü bulmaya niyetleniyor. Çocukluğundan beri serbest dalış yaparak içindeki hayatın çeşitliliğine hayran olduğu denize yeniden yönelirken, bir de, bir belgesel çekimi esnasında Orta Afrika’da yaşayan ve dünyanın en iyi iz sürücüleri olarak bilinen insanların yöntemlerinin kendisini ne kadar etkilediğini bize aktarıyor. Saatlerce, belki de günlerce iz sürme yöntemlerini uygulayan ve sonunda bu inatçı uğraşları ile yaşadıkları vahşi çevredeki hayvanların izini sürüp onları bulabilen bu insanların azmine hayran kaldığından bahsediyor. Foster, şaşırtıcı bir öz disiplin örneği göstererek, hava sıcaklığı, denizin durumu ne olursa olsun her gün mutlaka dalmaya gidiyor. Başta zor geldiğinden bahsediyor. Sadece her gün aynı yere gidip tek ve basit bir işi yapmanın dahi zorluğunu izleyiciye hissettiriyor. Foster, bu istikrarlı tutumunun karşılığını yavaş yavaş almaya, iyileşmeye başlıyor; bir süre sonra ise bir ahtapotla tanışıyor. Bu ahtapot, şaşırtıcı hareketleri ve temas kurmak konusundaki istekliliği ile Foster’ın ilgisini cezbediyor. Ancak tekrar gittiğinde ahtapotu yerinde bulamıyor. Onu tekrar bulmak için karada öğrendiği iz sürme taktiklerini inanılmaz bir şekilde denize uyguluyor ve yine azmiyle başarıya erişiyor. İşte bundan sonra ahtapotun yaklaşık bir yıllık kısa ömrü boyunca Foster ile nasıl bağ kurduğunu, omurgasız bir yumuşakça olmasına rağmen ne denli inanılmaz özellikler sergilediğini ve bunun Foster için yarattığı değişimleri görebiliyoruz belgesel boyunca.
İnsan ruhsallığı içerisinde kaybedilenin etkisiyle yaşanan bir süreç olarak tanımlanan yas, burada hikaye anlatıcıya da, izleyiciye de farklı noktalardan temas ediyor. Hikaye anlatıcının hikayesini bir maceraya çeviren, hayatın içindeki kaybedilen her bir öğe için duyulan yas ve ardından gelen yeniden doğum döngüsü olarak yorumlanabilir. Bu evrensel döngü, Foster, hikaye boyunca gözlemleriyle yaşadığı aydınlanmaları (epiphany) tariflerken belirgin olarak gözüküyor. Örneğin Foster’ın yaşam sevincini kaybetmesiyle birlikte kaybını anlaması, yas sürecini işletmesi, iyileşmek ve kayıp olanın yerini doldurmak için yeni bir yaşam amacı edinmesi ve bunun üzerine denizdeki deneyimleriyle birlikte bir nevi yeniden doğması bu döngüyü yansıtıyor.
Bir diğer örnek olarak, birlikte geçirdikleri muazzam zamanda kurdukları olağanüstü bağın heyecanı henüz daha tazeyken Foster’ın ahtapotun doğal süreç içerisinde ölümüne tanık olması, hikayeyi anlattığı esnada hakim olamadığı gözyaşlarından da anlaşılacağı gibi halen büyük bir kaybın olağan bir yas süreci olarak işlemekteyken, ahtapotun kendisinin minyatür kopyaları olan yavrularından biriyle Foster’ın kendi yüreğine su serptiği ve yeniden doğuşu kutladığı gözüküyor. Düalizmin gereği olarak, keşfetmenin diğer yarısı olan kaybetmenin trajedisinin yanında, yas ve yeniden doğuş döngüsü durağanlığın öldürücülüğüne galip geliyor ve Foster bu macerayı yaşayabildiği için şifa buluyor.
Belgeselin başarısının ardında bir diğer evrensel tema daha olduğu görüşündeyim. İnsanlığın günümüzdeki en büyük yaralarından birisi “kopuk hissetme”si (disconnection). İşte Ahtapottan Öğrendiklerim, belki de film boyunca seyirciyi önce kendi hayatında kaybettikleri ve kopuk hissettikleri için yas duygusuna iterken, finale doğru, şifa bulmanın, yeniden bağlanmanın mümkün olduğuna işaret eden bir katarsis ile Foster’ın hikayesini naklediyor. Radikal bir değişimle tüm yorucu ve yıpratıcı hayatın geride bırakılması, her gün idealist bir şekilde koşulacak bir hedef olmadan aynı faaliyetin tekrarlanması, bu faaliyet sonucunda yeniden keşfedilen ve hatırlanan doğanın muhteşem zekası ve elbette, sabır dolu bir süreç içerisinde ufacık bir ahtapotun bir insan ile kurabildiği bağ, seyirciye “tekrar bağlanmanın” hazzını ve mümkün olduğunu gösteriyor. Belki de filmin en can alıcı yeri olan, ahtapotun sadece sosyalleşmek için balıklarla oyun oynayacak kadar hassas ve sosyal bir varlık olduğunun anlaşıldığı anda seyircinin gözlerinin yaşarmasının çok mümkün olduğunu düşünüyorum. Hikayenin bu tepe noktasında yaratılan hissin, hayatın ve canlılığın mucizesinin yarattığı akıl almaz sevinç ve hayranlık ile paralellik kurarak seyirciyi etkilediği kanaatindeyim.
İnsani değerler bakımından pek çok hassas noktaya temas eden Ahtapottan Öğrendiklerim, buz gibi suların içerisinde seyircinin içini sımsıcak ısıtabilecek ve gerçekliği ölçüsünde etkileyici olan bir hikaye aktarıyor. Modern insanın arayışına devam ettiği ve insan ruhunun kapitalist düzende maruz kaldığı gerilimler sürdüğü sürece arayışının devam edeceği öngörülebilen sorunlarına 1 saat 25 dakikalık mucize bir merhem niteliğinde olan belgeseli, ben de, içimize niçin bu kadar dokunduğunu daha iyi anlamış olmanın verdiği içgörüyle, mutlaka izlemenizi tavsiye ederim.
Comments